İnsan bildiğini düşündüğünde, "ben bunları biliyorum gidip hafıza raflarından bulup getireyim" diyerek eski kavramları getirir.

Ancak bilmediğimizi düşündüğümüzde zihin değerlendirme yapmak için çalışır, gerçek anlamda değerlendirir, sorgular, düşünür. Lütfen bu yazıyı, okuyacağınız konular ilk defa karşınıza çıkıyormuş gibi boş bir zihinle, düşünerek okuyun.
 

Şimdi boş zihinle şunu soralım: "Çocuklarımızı nasıl özgür olarak destekleyeceğiz?" Çoğunlukla ebeveynler olarak biz kendi çocuğumuza çok kararında destek verdiğimizi düşünüyoruz. Yapılması gerekenleri çok iyi biliyoruz. Hatta diğerlerine akıl verebiliyoruz. Hataları da biz yapmıyoruz, onlar yapıyorlar. Nereden mi biliyorum? Özellikle, birinci çocuğumu büyütürken ben öyleydim. Şimdi mi? Daha farklıyım, ama bir arpa boyu kadar..

 

Çocuklarımızın tatminkar, verimli, mutlu, başarılı akademik ve iş hayatları için bugün neler yapmalıyız? Hangi yetiler, hangi bölüm, hangi meslek, hangi iş çocuğuma uygundur? Bildiğiniz gibi artık özgeçmişler, "ben ne yaptım"lar devri bitti. Zaten Z kuşağı bunlarla ilgilenmiyor. Onların önem verdiği şey, kendini büyütmeden, cilalamadan, şu an ne yapabiliyor olduğunu sunmak. Dolayısıyla bir öğrenci için de en önemlisi, "ben neler yapabiliyorum?", "nelerden keyif alıyorum?", "neleri kolayca yapıyorum" sorularının cevapları. Önemini bildikleri halde, gençler kendilerine tarafsız olarak bakmakta güçlük yaşıyorlar. Çünkü kendilerini beğenmiyorlar. Çünkü kendilerine çok kolay gelen yeteneklerini fark edemiyorlar. Onları zaten çok çabuk yapıyorlar. Ancak dışarıdan bir göz onlara "ama sen çok güzel şarkı söylüyorsun" ya da "arkadaşlarına çok güzel organizasyonlar yapıyorsun" ya da "en kötü günümüzde hep sen motive ediyorsun" ya da "bütün notları senden alıyoruz, çok düzenlisin" dediklerinde "Bu sayılıyor mu?" diye soruyorlar. Dolayısıyla çok rahatlıkla yaptıkları, kendilerindeki güçlü yanların farkında olamıyorlar. O zaman en önemli şey, "Ben ileride ne yapacağım? Hangi mesleği seçmeliyim?" konusundan önce "Benim yeteneklerim neler?", "Hangi kaslarım güçlü?", "Hangi konularda zamanın nasıl geçtiğini fark edemiyorum?" sorularının yanıtlarını vermek.

 

Bir genç kız ile üniversitede hangi bölümün kendisine uygun olduğunu çalışırken, kendisinde hiçbir yeteneğin olmadığını, hatta verdiğim örneklerin hepsinde çok kötü olduğunu, arkadaşlarının hep onu toparlamak durumunda kaldığını, çoğunlukla dışarıdan destek aldığını, anne babasının da kendisine karşı güvenli olmadığını, herhangi bir okula gidip diploma almasının yeteceğini söylemişti. Tesadüfen odasına girdiğimizde raflara kaldırdığı bütün bebeklerin elbiselerinin çok farklı ve güzel olduğunu fark etmiştim. Her birinin üzerinde çok farklı kıyafetler vardı, bu beni çok etkiledi. "Ben hayatımda bu kadar güzel oyuncaklar görmedim, nereden buldun?" diye sorduğumda onları kendisinin yapmış olduğunu söyledi. Bu durum benim kalbimi burktu. Çünkü bu denli özel, bu denli farklı, bu denli yaratıcı, bu denli planlı ve daha küçücük yaşlarda bu kadar değişik işler yapabilen bir kişi, kesinlikle kendisindeki yeteneğin farkında değildi.


 

Ben küçük yaşlardan itibaren içimizde bir çok farklı büyüklükte mum olduğuna inanıyorum. Bazen şanslı ailelere doğmuş oluyoruz ve içimizde yanan küçük mumu yakmamıza, oksijene çıkartmamıza izin veriyorlar. Bazen de o küçük mumu yakmamızı bir öğretmenimiz destekliyor.  Mum alev alıyor, ateş büyüyor ve herkes tarafından kolaylıkla görünüyor. Bu durum gençken "ben ne yapmak istediğimi biliyorum galiba" dememize neden oluyor. Mumumuzun aydınlığıyla gençlik yaşlarımızı ve belki daha sonra iş yaşamımızı verimli ve mutlu bir şekilde geçirebiliyoruz.


 

Ama çoğunlukla bu kadar şanslı olamıyoruz. Küçük mumumuz belki hiç oksijene çıkmıyor, belki ucu yakılmıyor ya da yakılsa bile çevremizden alamadığımız onayla sönebiliyor. Bir arkadaşımın oğlunun, futbol oynama yeteneği ve tutkusu vardı. Ailesi destekledi, fakat gittiği okulda diğer sporlara izin verildiği halde futbol oynamasına izin verilmediği için mumu söndü. Aile tarafından "futbolcu mu olacaksın?" diyerek çocuklarının mumlarının söndürülmesi de sıkça gördüğümüz bir durum. Öyle ya da böyle, buradaki önemli olan konu şunlar aslında :

  • Yanan ilk mum sizin mesleğiniz olmak durumunda değildir. Biz bu küçük mumları kişinin ateşini yakabildiğini, mumun ateşini büyütebildiğini, mum yanarken sürdürülebilir bir düzen getirebildiğini, mumu koruyabildiğini göstermek için kullanırız. Asıl amaç bu yolculukta cesaret kazanmaktır. Kendi gücüne sahip çıkmaktır. Futbol oynayan bir çocuk, disipline alışacaktır. Çalışmayı öğrenecektir. Hayata daha motive bakacaktır. Özgüven geliştirecektir. Zaman yönetimi yapabilecektir. Stres yönetimi yapabilecektir. Kazanma, kaybetme, mücadele, tekrar ayağa kalkma yolculuğunda gücü ve  bir sürü kası gelişmiş olacaktır. Dolayısıyla konu futbolcu olmak değildir, konu mumlarını yakmaya ve uzun süre korumaya devam etmektir.
  • Bazen bu ilk mumlar mesleğinizi de belirleyebilir. Küçüklüğünden beri projeler yapan, elektronik devreler tasarlayan, bilgisayarların ya da telefonların içini açarak tamir yapabilen çocukların daha sonra elektronik bölümünde çok başarılı olduklarına şahit oldum. Elektronik ve tamir konusunda en iyi olduğuna inandığım kuzenim her türlü elektronik devre tasarlayabilmesine rağmen üniversiteye giremedi. Ama hayatını bu yeteneğiyle kazanıyor.


 

Bugünlerde üniversitelerde bölümlerin çok sabit olması ya da ebeveynlerin verdiği kararlarla doktor, avukat, mühendislik gibi meslekler edinilecek "saygın" ve "güvenli" bölümlere girilmesi konusu tartışılmakta. 10 yıl sonra şu an varolan bölümlerin, mesleklerin %80’i olmayacak. Bu başka bir yazımızın konusu olsun.


 

Konu her ne olursa olsun, yakılabilen küçük mumların, taşırken, size başarı ve memnuniyet getireceği gerçeğidir. Dolayısıyla çocuklarınızın mumlarını yakabilmeleri için onlara yeterli ne az, ne çok- oksijen sağladığınızdan emin olmalısınız. Yapabileceğiniz tek şey alan açmak; izlemek, görmek, gerektiğinde destek olmaktır.


 

Bilişsel olarak hepimiz, bunu bilsek ve karşımızdakine bu konuda akıl versek de, iş kendi çocuğumuza gelince zorlanıyoruz, devreye gelecekle ilgili kaygılarımız, korkularımız giriyor, her an objektif olamıyoruz. Çok uzaklara gitmeden, kendimden örmek vereyim..


 

Çok fazla oksijen veren aileler, proje çocuk yetiştirme diye anılıyordu. Ben kendi çocuklarımı yetiştirirken, proje annelerden biri olup olmadığımı sürekli sormak durumunda kaldım kendime. "Ben proje anne olmayacağım" veya "proje baba olmayacağım, çocuğumu proje çocuk yapmayacağım" diye başlayabilirsiniz sürece. Çok farkındalıkla ilerlediğinizi de düşünebilirsiniz. Fakat bu durum, arabada başınızı hafif çevirdiğinizde,  siz hiç farketmeden arabanın kaymasına çok benziyor. Velilerin çocuklarına, çeşitli konularda "belki onu da isteyebilir, müzikle mutlaka ilgilenmeli, bir spor mutlaka yapmalı" diye kurslar aldırarak başladıkları yolculukta, akıntıya kapılmak hali. Bazıları şelaleden düşüyor, bazıları selde sürükleniyor, bazıları sadece nehrin içerisinde yavaşça akıyor. Nacizane ben, kesinlikle kenarda kaldığımı ve bu akıntıya kapılmayacağımı söylediğim halde, sonradan farkettim ki, ben de o suyun içerisindeyim. Suda yavaş sürüklenmek, diğer velilerden üç adım geride kalmak, iki kurs daha az götürmek.  Bunlar aslında tamamen göreceli ve doğrusu suda sürüklendiğinizBu durum muma fazla oksijen vermeye benziyor ve biliyorsunuz yelpazeyi fazla salladığınız da mum sönüyor. Elimizde kalan sönmüş mumlar, yani  "oraya götürdüm olmadı, buraya götürdüm olmadı" dediğiniz bezmiş çocuklar, kırgın, yorgun veliler...


 

"Ne yapalım hiçbir yere götürmeyelim mi? Çocuklar bizim sorumluluğumuzda, yaşları küçük,  kararı ve direksiyonu tamamen onlara mı bırakalım?" diyeceksiniz.. Tabii ki bunu yapmayın. Direksiyon her zaman çok farkındalıkla sizin elinizde olmalı. Sizin için çocuklar veri olmalı. Yani çocuğunuzun neye ihtiyacı olduğunu, ne kadar yorulduğunu, ne yaparken çok mutlu olduğunu, neyi zoraki yaptığını, bunları gözlemlemelisiniz. Bunun da kolay olduğunu söyleyemem...


 

Ben ilk çocuğumu, sporda zorlanıyor, dışarı çıkmıyor, bilgisayar ve iPad karşısında uzun süreler geçiriyor diye basketbol kursuna götürmüştüm. Spor yapmasının istiyordum ve takım sporu olduğu için arkadaşların gittiği basketbol kulübüne götürmeye başladım. Ama haftalar geçti, her hafta kendini yere atıyordu. Olmadı bu spor dedik sonraki sene okçuluğa başladı. Okçulukta da fena olmayan bir süre gittikten sonra bu sefer de yarışmalarda aldığı puanların çok yetmemesi konusunda demoralize olduk. Bu şekilde spor hayatı bitti. Neyse ki lisede, kendi kendisine seçtiği kulüpte özlediği hevesle gittiği konuyu kendisi buldu. İlk çocukta ben, nehrin tamamen içinde, sürüklenmiyordum. İkinci çocuğumu da basketbola götürdüm. İlk gün çok sıkıntı çekti. Çok istemedi, reddetti, üzüldü. Şöyle bir anlaşma yaptık; 5 hafta gidecekti, 5 hafta sonunda eğer ben istemiyorum derse bırakacaktık. Çünkü o 5 hafta ilk sıkıntıların yaşandığı zaman olacaktı. Şimdi basketbola bayılıyor.Bu kez yaptığım, daha kontrollü oksijen vermekti. İpi bağlayarak nehrin içine girmiştimbu sefer ve daha sonra istenildiği zaman geri çıkabilecektik nehirden. Böylelikle nehir bizi tamamen kendi akışıyla, diğer velilerin tavrıyla ya da korkularımızla sürükleyemeyecekti.


 

5 çocuğum olsaydı, daha doğruyu bulup size daha gerçek şeyler yazabilirdim. Bu bir süreç aslında.. Hiç kimse çok iyi değil, en doğruyu bilmiyor ve zaten öyle olması da gerekmiyor. Sadece kendimizin ve çocuğumuzun daha dengeli, daha huzurlu, daha farkındalıklı olabilmesi için yapılan gözlem ve konsantrasyon çalışması. Dikkat edin lütfen, nehre kapılmasanız bile zihniniz sizi fena kandırabiliyor. "Nehirde değilsin sen" diyor. Yani hep yaptığımız şeyleri savunuyor. Diğerlerinin nehirde, bizim kıyıda olduğumuza inandırıyor bizi.


 

Kendimizi ve çocuğumuzu tarafsız incelemek ince zanaat. Yardıma ihtiyaç duyarsanız, unutmayın yalnız değilsiniz.


 

Bize geldiklerinde gençler eğer mumları yanmıyorsa ya da az yanıyorsa önce nedenlerine bakıyoruz. O kaslarını geliştirmelerine eşlik ediyoruz. Sonra çeşitli mumları yakıyoruz, eğer severlerse onlar da kendi içlerindeki mumları yakıyorlar. Hep beraber verimli ve mutlu olma yolculuğunda, ışığımızı büyütme yolculuğu bu.

 

Meltem Turhan Yöndem, PhD

Kartezyen Koçluk ve Danışmanlık Kurucusu